![]() |
Fotoğraf : Sam Durmaz |
Dün yine bir
toplaşmada zihnimi ve kalbimi açtım.
Urfa’da “Paylaş
Buluşmaları” yapan arkadaşımız Tuncay, benzer bir buluşmayı İstanbul’da yapmayı
teklif ederek bizi bir araya getirdi. Yeryüzü Derneği bize kapılarını açtı.
Yaklaşık 15 kişi bireysellik, topluluk olarak yaşamak, hareket etmek, köy mü,
şehir mi gibi konularda fikirlerimizi paylaştık.
Aslında buluşmanın
özel bir konusu yoktu ama ilk paylaşımlarda konu kendiliğinden belirlenmiş
oldu. Bu buluşmaların kendimi ifade etmem ve düşüncelerimi geliştirmem
konusunda bana ne kadar iyi geldiğini her seferinde yeniden anlıyorum.
Bireysellik ve
topluluk halinin birbirine zıt ve biri varken diğeri olmaz gibi bir algısı
yaratılmış gibiydi dünkü küçük topluluğumuz içinde. Bireysel olmak üzerine
konuşurken, nedense bireysel olmanın insanlar üzerinde kötü bir algı
yarattığını fark ettim. Oysa ki şu anda yazarken bile iki kavramı, iki ayrı
cümlenin içinde kullanamıyorum, hep bir araya geliyor zihnimde.
Her bir bireyin
kendi fikirleri olmasının ve bunu topluluklarda paylaşmasının topluluğu
çeşitlendireceğini ve bakış açılarını geliştireceğini düşünüyorum. Ama algı
olarak bireysellik bize rekabet, “benim olsun”, “en iyi ben olayım”, “en iyi
olan benim olsun”, “en üstte olan ben olayım” gibi öğretildi. Bu özellikle çok
hızlı büyüyen şehir yaşantılarında bize böyle öğretildiği için biz de
bireyselliği şehirle bağdaştırır olduk.
Köyde temel
ihtiyaçlarımızın barınma ve gıda gibi konular üzerinden döndüğü günlerden
farklılaştı bu şehir günleri. Hatta hızlı tüketim alışkanlıklarını edindiğimiz
bu günlerde bu konuda şehir ya da köy diye bir ayrım bile kalmaz hale geldi. İşte
bu özümüzü unuttuğumuz, doğayla bağlarımızı kopardığımız, içimize bakmadan
yaşadığımız hızlı günlerde içimizde ne olduğunu ifade edemediğimiz başka
eksiklikler oluşmaya başladı. Yeniden sorgular olduk.
Bunun için kimimiz
şehirden köye dönmeye niyet ettik, kimimiz daha fazla doğaya ihtiyaç duymaya
başladı, kimimiz daha fazla içine dönme yolları aradı yoga, meditasyon vb.
yollarla. Ama bir çoğumuz arar olduk, ne olduğunu bilmesek de. Çünkü bu şehir
bireyselliği bizi çok yalnızlaştırdı.
Ben yüzümü doğaya
dönerek özümü bulma yolunu seçtim ilk önce, sonra fark ettim ki insan da
doğanın bir parçası. –Bu Amerika’yı yeniden keşfetmekten bile saçma gelse de
kulağa, evet ben bunu yeniden algıladım içimde.- O zaman insan olan her yer de
doğa oldu benim için. Bu şehir ya da köy olsun fark etmemeye başladı.
Peki topluluk
neydi? Topluluk bir amaç birliği içinde bir araya gelen insanlardı. Bu topluluk
aile, iş arkadaşları, okul arkadaşları, komşular, dernekler her yerde, herkesle olabilirdi.
Ama bir topluluk duygusu yaratabilmek için iletişim kurmak gerekliydi. Bu
amaçları, ihtiyaçları, hayalleri konuşarak ve dinleyerek olabilirdi. Konuşmayı
ve dinlemeyi seven bir sürü topluluğun içine giriyorum son zamanlarda,
çemberler yapıp birbirimizi dinliyoruz, kalpten konuşuyoruz, çoğunda amaç
birliği sağlıyoruz.
Ama bize öğretilen
o rekabet bireyselliğinin kırılma noktası “bütünün hayrına” diye niyet etmekten
geçiyor bence. O zaman hissediyorum ki bir şey bütünün hayrına olursa bir düşünce,
bir nesne benim olmasa da olur, o bütünün hayrına olacaksa zaten benim de
hayrıma olacak. “Benim için daha fazlası senin için daha azı” demiyorum artık. Biliyorum ki bir
şey bütünün hayrınaysa benim için de en hayırlısı zaten olacak.
Artık köyde ya da şehirde insanlarla bir amaç
için bir araya geldiğimde bütünün hayrına diyebiliyorsa yanımdaki insanlar, ben
onların yanında özgürce var olabiliyorum, kalbimi ve zihnimi açabiliyorum. Bu
düşünceyi ve bu duyguyu derinden hissetmeme ve yaşamama vesile olan herkese
sonsuz şükran duyuyorum.
Doğa okulundan
öğrendiğim gibi, “birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik” diyorum.
Her düşüncem, her
adımım bütünün hayrına olsun.
Nurdan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder