12 Mayıs 2015 Salı

Turcu var! Dalyan-Selçuk

Geçen sene bu günlerde Dalyan’dan İstanbul’a bisiklet, tren ve feribot ile yollarda olacağımız bir tur planladık. İstanbul’a vardıktan sonra Soma ile birlikte yine tedbirsizliğin ardından gelen çaresizliği yaşadık, Türkiye yine bize adaletsiz yüzünü gösterdi, neşemiz tükendi, günlerimiz karardı. Bu öyle bir konu ki nereden başlayıp nerede sonlandırabilirim bilmiyorum. O yüzden lafa giriyorum.

Soma’dan önceydi. O zaman paylaşamamıştım, bir yıl sonra paylaşıyorum.

Plan, yolculuk öncesinde ve yolda özellikle benim şehir merkezleri yakınında bisikletli olmak istemememden dolayı bazı değişikliklere uğradı.





1. Gün –  02.Mayıs.2014

Dalyan - Kaunos - Döğüşbelen - Karabörtlen - Gökova

Kanal, antik şehir, göl ve narenciye bahçeleri 


İlk sabah 07:30’da evden çıkmayı planlamıştık, ama çanta hazırlığı ve bisiklet yükleme sonrası evden ayrılış 09:30’u buldu. Çiğdem ve Hasan'ın mekanında bir çay, DALKO’yu bekle karşıya geç derken hareket saati 11:00 oldu. Dalyan Kanalı'nda karşı kıyıya geçmek için tek alternatif teknedir, biz de turumuzu karşı kıyıdan başlayacak şekilde planladık. DALKO'nun yani Dalyan Balıkçılık Kooperatifinin balıkçı tekneleri Dalyan-Çandır arasında çalışan sandallardan daha büyük olduğundan, karşıya geçmek için bu yolu seçmiştik. Karşıya Dalko ile geçtiğimiz için Kaunos antik kentinin içinden geçmemiz gerekiyordu. Görevli ilk önce giriş ücretini istedi, ama sonra “gittiğimiz yerlere onun ruhunu da taşıma” sözümüze bize kapıları açtı.

İlk başta bisikletin yüküne alışkın olmadığım için bisiklet çok dengesiz geldi ve hemen çıkış başladığı için bütün yol yürüyerek geçecek gibi hissettim. Bir ara çıkışta nefessiz kaldım, kaskı nasıl söküp attım kenara bilmiyorum. Dahası gömleğin düğmelerini açmaya çalışırken ellerim titriyor, beceremedim açmayı. Bir hışım çekeledim yakamı, üst düğme uçtu, gömleğin yakası sonunda açıldı. Serdar şokta! 

Köyceğiz Gölü ve Dalyan Kanalı buluşuyor. 
Sadece 5 km sonra bildiğin karnım aç, vücut beni besle diyor, ilk mola. Zeytin, peynir, ekmeğe gömül! Neyse ki alışıyorum, inişler, çıkışlar... Eğer daha önce tur yapmamış olsam, daha baştan bu iş olmaz diye havlu atardım J Alıştıkça doğayı izlemeye başlıyorum ya da doğayı izledikçe motive oluyorum. Sanki Köyceğiz dünyanın en yeşil yeri. Yeşil yeşil yemyeşil.

İçimde hala bu günü planladığımız gibi vaktinde bitirebilecek miyiz endişesi var. İnişler çıkışlar bitti. Döğüşbelen’deyiz, ben yine açım. Serdar’la yemek pazarlığına girip, Döğüşbelen kahvesine sığınıyorum. İçtiğim adaçayının sıcaklığının bacaklarıma yayıldığını hissediyorum! Bu nasıl güzel, nasıl özel bir duygu. Döğüşbelen – Karabörtlen arası asfalt çekilmez. Karabörtlen- Gökova arasını köy içinden gidiyoruz. Bildiğim, sevdiğim, doyamadığım yollar bu yollar, yine cennet gibi Portakallık- Elmalı. Hava kararmadan eve vardık mı vardık! Tek isteğim bacaklarımı uzatıp sızmak! Neyse ki Fatih abi ve Pınar ablanın misafiriyiz bu gece, yatacak yer bulalım derdimiz yok. Uzun ve yorucu ilk gün bitti.

2. Gün – 03. Mayıs.2014

Gökova-Akyaka-Turnalı-Akbük

Azmak ve  körfez 

Bilgen bize yol arkadaşlarımızı
hediye etti :)
Yeşil Baykuş &
Mavi Kuru kafa da artık bizimle!


Gökova’da Murat ve Bilgen’e uğradık. Zamanında onlarla pek bir pedal çevirmişliğim var. Aklıma bisiklet ile ilgili bir şey takılsa ilk aradığım kişi Murat'tır. Hatta şöyle de faydalı bir sayfası var http://www.ikitekerlidunya.com Dostlarla muhabbet bitmez, yola düşme vakti uzar da uzar. Neyse ki bugün hedef yakın, rahatız. 

Gökova’dan Akyaka’ya giderken solumuzda serin ve berrak suyuyla Azmak. Akyaka’dan Akbük’e doğru ise Gökova körfezi yine her zamanki gibi aşık eden mavisi ile keyfimize keyif katıyor.

Turnalı
Turnalı’da sonsuz bir mola... Bu ne güzel bir durgunluk, zaman kavramı yitip gitti. Burada köyünden başka hiçbir yere çıkmamış teyzeler var. Onlar için her sabah güneş doğuyor; bizim için ise her sabah saat 6:00 oluyor. Bizim için Pazartesi, Salı, Çarşamba  oluyor; onlar için her sabah güneş yeniden doğuyor.

Akbük’te rüzgarlı bir gecede denize nazır uyku vakti. 
Akbük'te ağaçların altında kamp

      3.     Gün – 04. Mayıs.2014

      Akbük – Ören

      Rüzgar - Zeytinlik ve Çam ağaçları  

Akbük
Gökyüzü
Kultak'a doğru zeytinlikler
Akbük’ten Kultak’a çıkış.
Uzun süre Akbük manzarası arkamızda, sonra tepeyi aşınca zeytinlikler, kayaların şekli, yol kenarındaki otların ve çiçeklerin rüzgarla oynaşması... “Yeter ki yollar hep böyle olsun, tüm yokuşlara razıyım!”


Acımam yürürüm!

Kultak’a ulaştığımızda neredeyse bitmiş durumdayım. Kapalı köy kahvesinde durup, nevaleleri açıyoruz bir kuytuda. Yağmur da başladı. Bizden başkaları da var etrafta, kahveciyi bekliyorlar. “Normalde Pazar günleri daha erken açılır” diyorlar, ama bugün açılmamış. 

Kultak Köy Kahvesi
Pazar günü neden farklı olsun ki köyde? Alatepe’deki bakkal teyzeyle muhabbet ederken öğreniyoruz onu da. Meğer köylü kömür madeninde ya da termikte çalışıyormuş. Sahi ya biz kime köylü diyorduk? 

Gün Ören’de bitti, hala yağmur var, bu gece otel konaklaması. 

  4.     Gün - 05. Mayıs.2014  

 Ören – Milas - Bafa - Kapıkırı

 Yağmur, termik santral, tünel, göl

      Uzun, upuzun bir gün.
Ören – Çamköy çıkışı yağmur... Yağmur yağarken yokuşlar çıkıldı, yokuşlar inildi... Toprağın kokusu ciğerlerimize çekildi. Yağmurun, rüzgarın, güneşin her şeyin tadını çıkarıyoruz. Zaten bu yolları arabayla gitmekten farklı kılan da bu değil mi? 
Yağmurda keyfimiz yerinde
Yağmurda da bineriz

Kemerköy ve Yeniköy termik santrallerinden geçtik. Bir yandan eşsiz doğa, bir yandan o tuhaf uğultu ve santrallerin doğayı nasıl yok ettiğini görmek! Farkettim ki o bölgede fotoğraf çekmemişiz.
Bu bölgede köy merkezleri yol üstünde değil ve yağmur yağdığı için yol kenarında da mola verecek yerler yok, içeriye Çamköy'e giriyoruz, bu köye içimiz ısınmadı nedense.

Bu fotoğrafı internetten buldum, biz soldaki tünelden geçtik :)
Milas'tan sonra artık alıştığımız köy yollarından daha yoğun ana yollarda devam ediyoruz. Bafa'ya yaklaştıkça yol daralıyor, otobüsler ve diğer araçlar yanında ufacık bisikletler ve işte önümüzde tünel! Bir süre çok strese giriyorum, yorgunum ve akşam olmak üzere. Motivasyonum çok düşük, "Hava kararmadan Kapıkırı'na ulaşabilcek miyiz?" sorusuna bir de "Tünelden diğer araçlarla birlikte nasıl gideceğiz?" sorusu ekleniyor. Tünel çalışması henüz bitmemiş, 1. tünel açık ve araçlar o tüneli kullanıyor. Çalışanların yanına yaklaşıyoruz, bize 2. tünelden geçebileceğimizi söylüyorlar. Araç trafiğine açılmamış, henüz asfaltlanmamış, ışıklandırılmamış tünelden geçiyoruz. Bu mucize gibi, tünelden önce tamamen motivasyonsuz olan ben, karanlık tünelden geçerken dikkatimi başka bir yöne aktardığım için stresimi farkında olmadan bertaraf ediyorum. :) Şimdi Kapıkırı'na doğru tüm enerjimizle pedallıyoruz :) Kapıkırına vardığımızda hava neredeyse kararmak üzere!

5. gün - 6 Mayıs 2014

Kapıkırı

Göl - Kuşlar - Tarih

Bugün Kapıkırı'nın tadını çıkarma günü!

Kapıkırı'nda kamp 



6. gün - 7 Mayıs 2014

Kapıkırı - Söke -  Ortaklar

Göl - Ova - Rüzgar


Ortaklar tren istasyonu
Bugün hedefimiz Selçuk'a varmak, yol uzun evet ama yaklaşık 30-40 km'lik bir kısmında iniş çıkış yok. Kapıkırı'ndan çıkınca sağımızda göl, tatlı tatlı ilerliyoruz. Ama Milas-Söke yolunun o düz kısmına gelince evdeki hesapla çarşıdaki hesabın tutmadığını anlıyoruz. Evet yol düz, ama bu bölgenin bizim bilmediğimiz başka özel bir durumu var. Söke baya rüzgarlı bir yermiş hatta öyle ki rüzgar enerjisi santralleri varmış! Yol zaten otoban gibi, karşıdan gelen rüzgara ek bir de yanımızdan vızır vızır geçen kamyonlar rüzgarlarıyla bizi sağa sola savuruyorlar. Deli gibi yoruluyoruz, durma şansımız zaten yok. Yol üstünde kamyoncu mekanları var ama durmak da istemiyoruz, bu rüzgarlı bölgeden bir an önce kurtulmak istiyoruz. Sona yaklaştığımızı düşünüyoruz! Mola veriyoruz, yemek yiyoruz.

Selçuk'ta kamp yerimiz
Söke'yi geçip devam ediyoruz ama rüzgar yine bitmiyor. Yolda mı kamp yapsak, bir yerlere mi sığınsak diye etrafımıza bakınırken bir petrol istasyonunda mola veriyoruz. Orada öğreniyoruz ki bugün rüzgar normalde olduğundan çok daha fazlaymış! Hatta motorlu bir çift de orada mola vermiş, bizi sabah da gördüklerini söylüyor, "Biz motorla çok zorlandık, hatta sizi konuştuk nasıl yaptılar diye" bizi bize anlattıyorlar!

Neyse günü Ortaklar'da bitirip, Selçuk'a da trenle geçmeye karar veriyoruz. Selçuk'a ulaştığımızda turumuzun bisikletli kısmının bitmesinin hem gururu hem de burukluğu içindeyiz. Henüz ısınmıştık ki bitti! Sıradaki yazıda bisikletle tren maceralarımız olacak.



Nurdan,
Adapazarı, Mayıs 2015 


2 yorum: