12 Ocak 2016 Salı

Bütünün Hayrına


Fotoğraf : Sam Durmaz
Dün yine bir toplaşmada zihnimi ve kalbimi açtım.

Urfa’da “Paylaş Buluşmaları” yapan arkadaşımız Tuncay, benzer bir buluşmayı İstanbul’da yapmayı teklif ederek bizi bir araya getirdi. Yeryüzü Derneği bize kapılarını açtı. Yaklaşık 15 kişi bireysellik, topluluk olarak yaşamak, hareket etmek, köy mü, şehir mi gibi konularda fikirlerimizi paylaştık.

Aslında buluşmanın özel bir konusu yoktu ama ilk paylaşımlarda konu kendiliğinden belirlenmiş oldu. Bu buluşmaların kendimi ifade etmem ve düşüncelerimi geliştirmem konusunda bana ne kadar iyi geldiğini her seferinde yeniden anlıyorum.

Bireysellik ve topluluk halinin birbirine zıt ve biri varken diğeri olmaz gibi bir algısı yaratılmış gibiydi dünkü küçük topluluğumuz içinde. Bireysel olmak üzerine konuşurken, nedense bireysel olmanın insanlar üzerinde kötü bir algı yarattığını fark ettim. Oysa ki şu anda yazarken bile iki kavramı, iki ayrı cümlenin içinde kullanamıyorum, hep bir araya geliyor zihnimde.

Her bir bireyin kendi fikirleri olmasının ve bunu topluluklarda paylaşmasının topluluğu çeşitlendireceğini ve bakış açılarını geliştireceğini düşünüyorum. Ama algı olarak bireysellik bize rekabet, “benim olsun”, “en iyi ben olayım”, “en iyi olan benim olsun”, “en üstte olan ben olayım” gibi öğretildi. Bu özellikle çok hızlı büyüyen şehir yaşantılarında bize böyle öğretildiği için biz de bireyselliği şehirle bağdaştırır olduk.

Köyde temel ihtiyaçlarımızın barınma ve gıda gibi konular üzerinden döndüğü günlerden farklılaştı bu şehir günleri. Hatta hızlı tüketim alışkanlıklarını edindiğimiz bu günlerde bu konuda şehir ya da köy diye bir ayrım bile kalmaz hale geldi. İşte bu özümüzü unuttuğumuz, doğayla bağlarımızı kopardığımız, içimize bakmadan yaşadığımız hızlı günlerde içimizde ne olduğunu ifade edemediğimiz başka eksiklikler oluşmaya başladı. Yeniden sorgular olduk.   

Bunun için kimimiz şehirden köye dönmeye niyet ettik, kimimiz daha fazla doğaya ihtiyaç duymaya başladı, kimimiz daha fazla içine dönme yolları aradı yoga, meditasyon vb. yollarla. Ama bir çoğumuz arar olduk, ne olduğunu bilmesek de. Çünkü bu şehir bireyselliği bizi çok yalnızlaştırdı.

Ben yüzümü doğaya dönerek özümü bulma yolunu seçtim ilk önce, sonra fark ettim ki insan da doğanın bir parçası. –Bu Amerika’yı yeniden keşfetmekten bile saçma gelse de kulağa, evet ben bunu yeniden algıladım içimde.- O zaman insan olan her yer de doğa oldu benim için. Bu şehir ya da köy olsun fark etmemeye başladı.

Peki topluluk neydi? Topluluk bir amaç birliği içinde bir araya gelen insanlardı. Bu topluluk aile, iş arkadaşları, okul arkadaşları, komşular, dernekler her yerde, herkesle olabilirdi. Ama bir topluluk duygusu yaratabilmek için iletişim kurmak gerekliydi. Bu amaçları, ihtiyaçları, hayalleri konuşarak ve dinleyerek olabilirdi. Konuşmayı ve dinlemeyi seven bir sürü topluluğun içine giriyorum son zamanlarda, çemberler yapıp birbirimizi dinliyoruz, kalpten konuşuyoruz, çoğunda amaç birliği sağlıyoruz.

Ama bize öğretilen o rekabet bireyselliğinin kırılma noktası “bütünün hayrına” diye niyet etmekten geçiyor bence. O zaman hissediyorum ki bir şey bütünün hayrına olursa bir düşünce, bir nesne benim olmasa da olur, o bütünün hayrına olacaksa zaten benim de hayrıma olacak. “Benim için daha fazlası senin için daha azı” demiyorum artık. Biliyorum ki bir şey bütünün hayrınaysa benim için de en hayırlısı zaten olacak.

Artık köyde ya da şehirde insanlarla bir amaç için bir araya geldiğimde bütünün hayrına diyebiliyorsa yanımdaki insanlar, ben onların yanında özgürce var olabiliyorum, kalbimi ve zihnimi açabiliyorum. Bu düşünceyi ve bu duyguyu derinden hissetmeme ve yaşamama vesile olan herkese sonsuz şükran duyuyorum.

Doğa okulundan öğrendiğim gibi, “birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik” diyorum.

Her düşüncem, her adımım bütünün hayrına olsun.

Nurdan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder